30 Temmuz 2011 Cumartesi

Şeker hamurundan olan adam!


Ankara’da doğmuş bir yetenek. Küçük bir adamın büyük başarısı… Dahası o kadar büyük bir sevgiyle sarılmış ki işine, yüzüne baktığımda “Şeker hamurundan mı yapılmış acaba?” diye düşünmekten alamıyorum kendimi. Evet itiraf ediyorum kendisine son derece hayranım. Başarısına, işine olan saygısına, sempatikliğine, Top Chef yarışmasının birincisi olmasına, şekerlerle dolu olan dünyasında bu kadar şeker bir insan olmasına…

29 yaşında olan Pura, 4 yaşından itibaren bu şeker sanatıyla uğraşıyor. İşine olan başarısı önce gözlerine, sonra gülüşüne ve daha sonra da parmaklarına yansımış. Amerika’nın en sevilen aşçılarından biri olmasının yanı sıra herkes onu konuşuyor. İki kız kardeşi olan ve ikisinin de  yemek yapma kabiliyetinin olmadığını söyleyen Pura, kardeşlerinin aksine yemek yapmayı hayatının anlamı haline getirmişe benziyor.  Bu 29 yıllık başarıya Amerika çoktan alışmış olacak ki 17 Kasım’ı ‘Yiğit Pura Günü’ ilan etti. Pura son günlerde Tout Sweat adlı bir butik pastanesi açmaya hazırlanıyor. Pura'nın başarılarının devamını bekliyorum ve pastalarla dolu olan renkli dünyasını takip etmeye devam ediyorum!



Yiğit Pura Top 10

  1.    Mango ve feslegenli vasren. (Beze ve dondurmayla hazirlanan bir çesit pastamerengli dondurma)
  2.    Zemberek Kusunun Güncesi- Haruki Murakami.
  3.   Istanbul-"Sehirde yapacaginiz tek bir sey varsa, o da Bogaz boyunca gezinmek olmali. Sultanahmet Camii'ni, gökdelenleri, Misir Çarsisi'ni, Kapaliçarsi'yi; 3 bin yillik bir tarihi göreceksiniz."
  4.   Meryl Streep
  5.   Tout Sweet (Pura'nin, "Laduree'nin daha Amerikan versiyonunu andiran bir yer olacak," dedigi ve San Francisco'da açmaya hazirlandigi pastane).
  6.  Meditasyon
  7.   Björk
  8.  Yuzu (Pura'nin özellikle tuzunu kullandigi ve Uzakdogu'da yetisen bir çesit narenciye).
  9.  Çikolatali puding
  10.  Makaron



9 Temmuz 2011 Cumartesi

Şipşak Elliott!

Bir insanın geçmişini en iyi ne anlatır? Düşünün, kafa yorun ben size çaktırmadan fısıldıyorum. Yaklaştırın kulağınızı ekrana. Fotoğraf...Ne zaman canım sıkılsa, birilerini özlesem otururum saatlerce bakarım fotoğraflara, anılara ve daha nice aklıma gelen olaylara... Kafamdan bir bir geçer hepsi.
Birde bu işin ustaları vardır. Ne yazık ki ben sadece bakmakla yetiniyorum. Fotoğraf çekmek sadece bir yetenek değildir. Duygu işidir. Hayatının anlamıdır. Hayatı gördüğün şekli 'an'lamaktır. Ne güzeldir ki nice fotoğrafçılar, insanlara hayata bakışını gösterme şansı elde etmiştir.
Kendini anlatma derdi olmaksızın, öylece dursalar bile anlarsın size  nasıl baktığını, hangi gözle sizi gördüğünü...
İşte dünyayı en güzel gözüyle gören bir fotoğrafçı var ki yaşamı da fotoğrafları kadar ilginç ve eğlencelidir. Elliott Erwitt! Sitesine giriyorsunuz fotoğraflar ardı ardına geçmeye başlıyor. Belli bir süre sonra  kendinizi fotoğrafların içine girmiş gibi hissediyorsunuz.  Bakalım hangi anı karelemiş, hangi ironiyi göstermiş diye tahmin etmeye başlıyorsunuz. Birde üstüne heyecan ekleniyor. Oluyorsunuz bir Elliott hayranı! Formül bu kadar basit. Kendisi 83 lük hayatına o kadar çok fotoğraf sığdırmış ki  daha nice 83 yıllar yaşamak istediğini hissediyorsunuz. Fotoğrafları ironik. Önce gülüyorsunuz. Sonra düşünüyorsunuz. Daha sonra da hüzünleniyorsunuz. Hepsini aynı karede bulmanız mümkün. Fotoğraf fotoğraf bakmaya gerek yok. Sadece bir fotoğrafında durup iki dakika bakmanız yeterli bu duygu karmaşasını yaşamanız için.
Paris'te doğmuş olan bu güzel göz, hayatın anlamını bize en iyi anlatan ustalardan olmuş. Sadece bir fotoğrafa bakmıyorsunuz onun çektiklerine bakarken. Gülerken düşündüren, düşündürürken ağlatan, ağlatırken baktıran cinsten fotoğrafları.

Elliott yaşamayı seviyor. Hayata bakmayı, baktıklarını yaşatmayı, yaşattıklarını hissetmeyi seviyor... Dahası söz akar fotoğraf kalır diyor....

8 Temmuz 2011 Cuma

Sinop'a bir nefes!

Sinop'ta doğdum ben. Güzeldir Sinop, Her Sinoplu aşıktır Sinop'a. Memleket sevgisinden başka bir şeydir bu. Kıyak geçmiyorum, Sinop ayrıdır. En uçtur, en ulaşılmazdır, en soğuktur, en dokunulmazdır. Çıkışı yoktur. Gelirsin, kalırsın. Zaten gitmek istemezsin. İnsanı, lakapları, konuşması ayrı bir güzeldir. Güven vardır, huzur vardır. Geçinmenin en kolay olduğu yerdir. Uzaktan baktığında bir ışık kümesi görürsün, inci gibi görünür. Hele de ilk defa geliyorsan bilemezsin ki o ışıkların gerçekten inci olduğunu, bilemezsin ki...
İşte böyle bir şehre kötü fikir dalgaları geldi yıllar önce. Nükleer santral. İnsanların temiz kalbini, nükleer santral fikirleriyle kandırmaya başladılar. Adını bile ilk defa duydukları bu santral için olmamış hayaller yüklediler bu temiz insanların kalbine. İş imkanı olacak, Sinop daha da gelişecek dediler. Gelişmesin efendim! Sinop'ta gelişmesin, her şeyin geriye gittiği bu memlekette. İstemedik, isyan ettik, imzalar topladık. Birçok insan emeğini, gönlünü, umutlarını koydu  bu korkunç hikaye olmasın diye. Mitingler yapıldı birçok kez... Çok ses getirenler oldu. Dünyanın dört bir yanından gelenler oldu. Kendi canın, kendi kanın parmağını bile kıpırdatmazken almanı, fransızı bu miting için kalktı geldi. Destek verdi. Çünkü o bile biliyordu ki bu sadece Sinop'un sınırlarını ilgilendiren bir mesele değildi. Bu insanlığı, dünyayı ilgilendiren bir meseleydi. 
Sonuç ne oldu peki? Sinsice ilerlediler. Nükleeri yapmak istedikleri arazide çalışmalar başladı. Bir durdu, bir ilerledi. Karınca hızıyla da olsa ilerledi...Daha duyarlı olmak lazım. Buna tepki vermek sadece Sinop halkının vazifesi değildir. İki elin parmağını geçmeyen bir komitenin verebileceği bir karar olmamalıdır. Sonuçları, zararları, Sinop'a vereceği hasarları düşünülmelidir. Ne olursa olsun biz NÜKLEERİ istemiyoruz, istemiyoruz, istemiyoruz!!!