14 Ağustos 2011 Pazar

OTİZME BİR EKSİKLİK OLARAK DEĞİL, FARKLI BİR YETENEK OLARAK BAKMAYA ÇALIŞIN!



Benim çocuğum yok, anne sevgisini bilemem. Çocuk sevmeyi de çok beceremem. Kafasını ve poposunu düzgün tutup, sırtından destek verilmesi gereken itinalı bebek tutmalarından da  anlamam. Hele de yeni doğmuşsa elime bile alamam. Korkarım canı acır diye.  Minicik bacakları, minicik ayakları, nokta gibi burnu, anlamsız bakışları, minik minik kusmaları... Komik geliyor insana ya da sadece bana...
 
Bebeği olan ailelere bakıyorum hep aynı senaryo, hep aynı mutluluk. Ya farklı olursa bu senaryo? Hiç düşündünüz mü? Mini mini bir şey doğuyor. Gözün gibi bakıyorsun ona, bakmakla kalmayıp hayatının anlamı yapıyorsun. Sonra pati pati emeklemeye başlıyor, yaptığı her hamleyi kareliyorsun. Her şeyi not alıyorsun. İlk defa 'Ag' dedi, ilk defa 'Ug' dedi. Falanca tarihte güldü, filanca tarihte gazını çıkaracaktı ama çıkaramadı. "Aaaa! Tam bunu not alırken çıkardı gazı" gibi bir sürü cümleler yazıyorsun... Kısacası ailenin maskotu oluyor. Bildiğimden değil ama gözlemlediklerimden emin olarak yazıyorum. Daha bununla da bitmiyor. Kızsa süslü püslü giydiriliyor, babalar taparcasına aşık oluyor, erkekse minicik pipisine olmadık hayaller yükleniyor, sünnet planları konuşuluyor. Gün geliyor minik minik adımlarla tanışıyor. Sonra birinci doğum günü derken 'Şıkırt!' diye bir flaş sesiyle o anı kareliyorlar. Karede baba, anne, çocuk ve çocuğun önünde kendinden büyük pastası, pastanın üstünde de kocaman bir mum oluyor. Artık bir yaşına girmiş olan çocuğa çok önemli görevler düşüyor. Daha 'Anne!', 'Baba!' demesi bekleniyor. Ama bu minik ikisini de demiyor. Büyüdükçe gözlerini kaçırmaya başlıyor, konuşmuyor, her şeyi eliyle göstermeyi tercih ediyor, diğer çocuklarla oynamak istemiyor, derdini anlatmak yerine ağlamayı tercih ediyor... İşte o zaman anne babanın mutluluğuna gölge düşmeye başlıyor. Gariplik olduğunu anlıyorlar. Anlıyorlar ama bu hastalığı çocuklarına konduramıyorlar. Onlar otizmi tanımak istemiyor olsa da, otizm onlarla çoktan tanışmış oluyor. 


Bilemezler ki dünyada her 20 dakikada bir çocuklarına konan otizm teşhisinin bir çocuğa daha konduğunu. Ve başlarlar bu hastalığın çarelerini aramaya...

Otizm, son dönemlerde sıkça duyduğumuz bir hastalık. Kendine hassas dünyaları olan bu çocuklar en büyük zorluğu sosyal ilişkilerde konuşmada çekseler de, ailelerine ve topluma bu konuda büyük görevler düşüyor. Türkiye'de her 150 çocuktan birine otizm teşhisi konuluyor. Bu rakam geçen yıllara göre hızla artıyor. İnsanların bu konuda bilinçlenmesi, ailelerin daha duyarlı olması rakamın artmasındaki en büyük etkenler arasında. Genellikle 2-3 yaşlarında belirtileri başlayan bu hastalık derecelere ayrılıyor. Nörolojik bir sorun olmadığı sürece verilen eğitimlerden alınan sonuçlar olumlu yönde. Yine de eğitimlerden kesin sonuç alınacak diye bir garanti vermek çok zor. Amerika, Hollanda, Belçika gibi ülkeler bu konuda çok ciddi çalışmalar yapıyor, otizm için ayda ortalama 40 saat eğitim gerçekleştiriyorlar. Türkiye ise bu konuyu oldukça geriden takip etmekle beraber ayda sadece 8 saat ders verebiliyor. Uzmanlar otizm hastalığında verilen yoğun ve kaliteli eğitimin çok önemli olduğunu söylüyor. Bu konuda yoğun çalışmaları olan derneklerden biri ANOBDER Otizm Vakfı'nın Başkanı Güzide Tekes Türkiye'de artan otizme dikkat çekerken "Erken yaşta başlamak üzere yoğun ve sürekli bir eğitimle ilerleme kaydedebiliyorlar. Gelişimleri için eğitim zorunlu ve tek yol. Erken ve yoğun eğitimle zekaları yüzde 20 -30 gelişim gösterebiliyor. Eğitim alan ve almayan çocuk arasında ciddi farklar var ama bizim en büyük amacımız kendi başlarına hayata tutunabilecekleri hale gelmeleridir." cümleleriyle ifade ediyor. Yapılan eğitimlerin cevabında otizm hastasının derecesi son derece önemli bir nokta. Bu hastalıkta aileler çok sabırlı ve zor bir yola giriyorlar. Erkek çocuklarında, kız çocuklarına göre 4 kat daha fazla görünen bu hastalık için tıp dünyası henüz bir ilaç bulmuş değil. İnsanların otizme olan anlayışsızlığı, otistik çocuklara olan tahammülsüzlüğü, otistik çocukların ve ailelerinin motivasyonunu düşürüyor.
Yapılan eğitimlerin maliyetlerinin yüksek olması ise aileleri düşündüren bir başka konu. Manevi ve maddi anlamda zor durumda olan aileler ve çocukları için bazı sosyal haklar sağlanıyor. Birçok alanda ( Eğitim, sağlık, ulaşım, gezi, kamu..vb) kolaylık ve indirimlerden yararlanmak mümkün. Bununla beraber ihtiyacı olan anne-babaya ya da vasiye her ay asgari bir ödeme yapılıyor. Bu yardım Sosyal Hizmetler İl Müdürlüğü tarafından karşılanıyor. 
Otistik çocukları toplumdan uzak tutmayın. Bu hayal dünyası karışık olan miniklerin önce aile şefkatine daha sonra da çevresinden göreceği şefkate ihtiyacı var. Onların normal bir yaşama alışması ve bu yaşamı öğrenmesi çok önemli. Otistik çocuklara hem özel hem de normal davranmak gerekiyor.
Türkiye'de yaklaşık 450 bin otizmli olduğunu düşünürsek bu konuda daha fazla ilgi, daha fazla yardım, daha fazla anlayış belki de atmamız gereken ilk adımlardan sadece birkaçı olacaktır.  Otizmi tanımadan otizmlileri tanıyamazsınız!




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.